11 Ekim 2010 Pazartesi

YARATICI DÜŞÜNCE


Yaratıcı düşünme potansiyeli hepimizde var olan bir olgudur. Ancak bazı kişiler onunla el sıkışmakta geç kalmış olabilir. Yaratıcı düşünce her zaman ok atmaya hazır olarak duran gerili bir yay gibidir. Eğer biz bunun farkına varmaz ve oku içine yerleştirip hedefe (nişan alıp) atmazsak, hiçbir zaman yaratıcı düşüncemizi uyandıramama sıkıntısı ile baş başa kalabiliriz. Bunu uyandırılabilmek için zekâya ve meraka gereksinim vardır.

Elbette yaratıcı düşünme çok kolay bir yolculuk değildir. Ancak hayat sürekli bu gözle koklanırsa ve gözlemlenirse kazanılacak olan bu özellik ile yapılacak olan keşifler, olağanüstü zevkli bir seyahat haline gelecektir. Artık insan bununla kendini her gün yeniden keşfedecektir ve bundan da çok ayrı bir zevk alacaktır. Bunun sürekli uygulanır hale getirilmesi sonucunda; kişilerin, grupların, devletlerin ve dünyanın daha mutlu olması adeta kaçınılmazdır. İnsan Kaynakları Yönetimi içinde anlatılanlar bir anlamda inisiyatif kullanabilen, kendini sürekli geliştirebilen ve yenilikçi / yaratıcı yaklaşımları olabilen bireylerin olması biçiminde açıklanabilir. Bu nedenle biz kendimizi ‘y-i-n-e-l-e-m-em-e-l-i’ ve fakat sürekli ‘y-e-n-i-l-e-m-e-l-i’ yiz.

Yaratıcılık bir anlamda yaratılmayanı ve hiç görülmeyeni öngörerek üretme sanatıdır. Emre Becer bunu “hiç kimsenin akıl edemediği şeyi akıl etmek” olarak açıklar, yeter ki insan bunu başarmayı arzulasın, istesin. Yaratıcılık yaşamın her evresinde olur, sürekli geliştirilebilir ve değiştirilebilir. Yalnızca yanlış olanları tartışmak, yaratıcı düşünceyi geliştiren bir olgu değildir. Bu durum sıklıkla medyanın polisle ilgili yaptığı haberlerde karşımıza çıkar. Medya yalnızca olan bir olay ile ilgili haberi (ama objektif ama sübjektif olarak) vermekte ve fakat gerekli olan çözüm ve önerilerini de beraberinde sunmamaktadır. Bir diğer anlatımla, polisin ve davranışlarının odak noktası olduğu haberlerde, medya ‘eleştirel gerçekçilik’ yapmakta ve fakat ‘fonksiyonel gerçekçilik’ yapmamaktadır.

Cemil Meriç böylesi farklı ve yaratıcı düşünme zenginliğinin gerekliliğini ifade ederken; “Düşünce şüpheyle başlar. Düşünce tezatlarıyla bir bütündür. Zıt fikirlere kulaklarımızı tıkamak, kendimizi hataya mahkûm etmek değil midir?” haklı sorusunu sorarak duygularını açıklamaktadır. Bir diğer anlatımla, ‘Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar.’ Bu nedenle de yaratıcı düşünce içinde olan insanlarla birlikte beyin fırtınasının yapılması, en iyinin, en doğrunun ve en verimli olanın bulunması çalışmasının yapılması anlamına da gelebilir.

Einstein ve Picasso var olanlardan hareket ederek, olmayanı buldular ve yapıtlarıyla da farklılaştılar. İnsan bu anlamda bildiği kadarıyla değil, ürettiği kadarıyla insandır. Statükoyu sorgulayan, yeniliklere açık düşünen ve üreten kişilerden oluşan toplumlarda öğrenme ve yaratıcı düşünme desteklenen, yüceltilen bir duygudur. Ortaçağ karanlığını aydınlatan Rönesans, Fransız devrimiyle yön değiştiren Avrupa, özgürlük ve demokrasi kavramlarını alışılagelenin dışında bir boyuttan irdeleyen ABD, hep bu farklı düşünme yetisinin zorlamaları ile kabuklarını kırar. İnsanoğlu aya gidip organları kopyalayabiliyorsa, bunları ‘aykırı’ ve fakat yaratıcı düşünen beyinler sayesinde başarmaktadır. Bu girişimci ruhların yaptıklarının var olan kurallar içinde olup-olmadığı tartışılsa da, aykırı düşünsellik ve yenilikleri destekleyen davranışlar sayesinde toplumların ilerledikleri göz ardı edilmemelidir.

Amerikan Genelkurmay Başkanı ile bir çavuş birlikte aynı beyin fırtınası çalışma seansına katılabilirler. Her ikisi de toplantı süresince birbirine küçük isimleri ile hitap ederler. Toplantı sonunda Genelkurmay Başkanı yine Genelkurmay Başkanıdır, çavuşta çavuş... (Prof. İsmail Üstel). 10-20 yıl sonrasının değerlerini gören ve ona göre yönünü çizen, insana değer veren, en az bir yabancı dil bilen, her zaman öğrenen, kendini sürekli yenileyen, problem çözme tekniklerini kavrayan ve toplumla ayni kaba girmesini bilen bir polis...’ anlatımını yapıyor Milliyet gazetesinde yer alan söyleşisinde Metin Varol

Sonuç olarak siz çok değerli, çok kıymetli ve çok önemlisiniz. Çünkü siz dünya da teksiniz ve sizin yapacağınız her şey ama duyulsun bilinsin ama hiç kimse tarafından bilinmesin önemli bir boşluğun iyi bir şekilde doldurulması adına sunulan güvenlik hizmeti değil midir? İşte yukarıdaki bu küçücük boşluk bile, makro devrimlerin yapılması adına değil, mikro evrimlerin gerçekleşmesi adına gerçekten de çok büyük bir adımdır...

6 Ekim 2010 Çarşamba

HUSUMET ALTKÜLTÜRÜ


Taşa tutulmanın gündelik olay haline geldiği bir ortamda, ikisinden birini seçmek zorunda kalsaydınız, taşlayan mı yoksa taşlanan mı olmak daha az acıtırdı canınızı? Yazıp çizmek ve benzeri hayata tutunma yollarından birini kendine yol edinmiş de ter döküyorsan, günün birinde olanca kırılganlığınla maruz kalabileceğin hoyrat yumurtalara da hazırlıklı olmak gerekiyor.

Mızrağın ucundaki kral kafasına bakıp, "bu mızrak size pek yakışmış Kral bey" diyebilen sıradan insanın, nasıl bu kadar yabancılaşmış olduğunu sorgulamak da benim işidir. Darp edilmiş insana kol kanat gerip yarasını sarmak yerine birkaç adım arkasından yürüyüp alay edebilen, melek yüzlü ve zebani yürekli insanları anlayabilmek de...

Çünkü biliyorum ki, saldırıya uğramış incitilmiş onca yılın birikimi bir anda yok sayılarak linç edilmeye kalkışılmış birine merhamet duymak yerine, arkasına takılıp alay etmek demek, aslında yaşayan bir kadavra olmak, ama bunun farkına varamamak demektir. Ne zamandır dürtükleyip duran, her esintide "bunu yazayım" deyip ertelediğim Husumet Kültürü konusu içimde karıncalanıp duruyor. Çünkü biliyorum ki yazarken canımı acıtan tatsız hatıraları eşeleyeceğim, beden kimyam bozulacak. Sonra oturup yüreğim kanaya kanaya boşluktan yankı bekleyeceğim.

"Hayatınızı salt mesleğinize ve çalışmaya, sadece kendiniz adına değil, tanıdık tanımadık herkes adına anlamaya vakfeden, bunun için birçok şeyden vazgeçen, ağır bedeller ödemekten kaçınmayan bir insan olabilirsiniz. Ama muktedirlere kafa tutabilecek cesareti gösterdiğiniz an kara listeye alınacağınızı bilin. Ve onların korkutma sindirme yolları, çoğunluğun dile getirmeye ürktüğü acı gerçekleri kütür kütür söyleme cesaretinizi kıramadığı için cezalandırılacağınızı da bilin. En zayıf noktanızdan vurulacaksınız; yüreğinde bir parça sevgi ışığı yakabilmek için didindiğiniz insanlar üzerinize saldırtılacak. Bizzat evlâtlarınıza parçalatacaklar sizi. Ve siz alnınızda patlayan yumurtadan çok, bunu eğlence gibi algılayacak kadar sevgisizleşmiş insanları görüp kahrolacaksınız."

Hayatını başkalarının yerine de acı çekmeye, kendi içini eşeleyip gün be gün toprak silkelemeye, içinden çıkan en ufak ışıltıyı bile sesinin ulaşabildiği herkese akıtmaya soyunmuş olan birisi, yani adanmış kişi, bir kapısı yok sayılmak diğer kapısı yumurtayla infaz edilmek olan karanlık koridorda neden bir o tarafa bir diğer tarafa savrulup durur?

İnsanları putlaştıran da, onların mağrur kellelerini mızrağın ucuna geçirip sokak sokak dolaştıran da hep aynı gizli kıskançlık ve hınç duygusu değil mi? Bazı insanları abartılı alkışlar karşısında sarhoş edip "ben sahiden de mühim adamım" yanılsamasına iten, karşısındaki kara kalabalığın bugün nasıl göklere çıkarıyorsa yarın da aynı sürü ruhuyla linç edeceğini unutturan da hep o anlaşılabilir insanî zaaflarımız değil mi?

Bunu onca hayat tecrübesine karşın, yine de zamanında öğrenemeyen sevgi oburu ucuz kahramanlarının iplerinin çekileceği güne kadar sürdükleri sefanın. Ama bu zaafı da küçümsemiyorum. Kim istemez birazcık daha fazla sevilmeyi? Elinin tersiyle kim itebilir hayranlık dolu sözleri? Kim bir çırpıda hayır diyebilir? Şöhret denen o hercai afeti öyle kolayca kim reddedebilir?

Peki, var mı bu açmazdan korunmanın kestirme bir yolu? Belki vardır, belki yoktur. Varsa da ben bilemiyorum. Yalnızca şunu hissedebiliyorum bulanık sezgilerimle. Ne kadar kesin kararlar alsam, inzivalara sürüklensem, zırhlara bürünmeyi denesem de, insanlardan kendimi sakınamam.

Neticede Anthony de Saint Expurey’in tilkiyi konuşturduğu monolog dadır gerçek;”Yalnız evcilleştirebildiğin şeyleri tanıyabilirsin, dedi tilki, insanların tanımaya ayıracakları zamanları yok artık. Aldıklarını hazır alıyorlar dükkânlardan. Ama dost satan dükkânlar olmadığı için dostsuz kalıyorlar.”