23 Şubat 2010 Salı

Bir Meslek Hastalığı


Akademi den mezun olduğumdan bu yana kadrocuyum, kadrocuların çektiklerini içeriden bakan bir göz olarak, farklı bir şekilde gözlemleme imkânımızın olduğunu düşünüyorum. Ama aşağıda anlatılanlar ise ömrü hayatında kadro yüzü görmeyen bir kardeşimizin değerli gözlemleri.Hani derler ya, kavgayı dışarıdan bakan daha net görür diye.

Olur ya, maçı, saha kenarındaki teknik direktör daha iyi gözlemler ve maçın gidişatını etkilemek için maçtan önce yaptığı hazırlıklarla yetinmez ve sahaya sürdüğü oyuncularını maç anında da gözlemler ve o andaki hatalarını düzeltecek talimatlar vermeye devam eder. Maçın heyecanına ve hızlı temposuna kendini kaptırmış olan oyuncular, içinde bulundukları o psikoloji ile ne yaptıklarını ve o anda nasıl hareket etmeleri gerektiğini tam kestiremedikleri durumları, aradan zaman geçip, maç bittiğinde izlerler ve bazen ne kadar basit yanlışlar yaptıklarını ancak o anda fark ederler. Keşke öyle değil de, şöyle yapsaymışım derler.

Ama olan olmuş, zaman geçmiş, maç bitmiştir. İşte bu sebeple, maç anında teknik direktör, oyuncuların farkına varamadıkları veya farkına varıp da o an için önemsemedikleri konuları, hemen o anda oyunculara hatırlatıp, hatalarını anında düzeltmeye çalışır ki, zaman geçmeden durumu kendi lehlerine çevirebilsinler.

Benzetmek yanlış olmazsa, kadrocuları da, sahadaki oyuncular gibi görmüşümdür. görevi başarıyla yerine getirmek amacıyla koşturup dururlar. Bu yolda evlerinin yolunu, çocuklarını kaçıncı sınıfa gittiğini unutanlar bile vardır. Hatta bununla övünen, emekliliği gelmiş polisleri gördüm ben.

Ama zaman öyle akıp geçtikten sonra bu polisler bir de bakıyorlar ki; hayatları sadece ve sadece meslekleri olmuş. Özel hayat, aile hayatı, eş ve çocukla yeterince ilgilenme, birlikte vakit geçirme gibi insan için gerekli olan şeylere gereken zamanı ve önemi vermemişler. Birileri de onlara bu önemi hatırlatmamıştır. Bir de emekli olunca sanki bir boşluğa düşmüş gibi olanların sayısı hiç de az değil diye düşünüyorum.

Bu durum belki onların suçu değil. Polislerin böyle insancıl ihtiyaçlarının da karşılanabilmesini düşünmek, o polislerden daha çok, onları sahaya sürenlerin temel görevi değil midir? Teşkilatımızın yine ezber cümlelerinden birisi olan (üst eleştirilmez!!) masalı gereği bazı şeyleri açıkça söyleyemiyorum belki ama durumu dikkatli bir şekilde izleyen bir göz, polisin yukarıda saydığım ihtiyaçlarının bu zamana kadar çok da giderilemediğini rahatça görebilir ve bunun suçlularının kimler olduğunu rahatça anlayabilir.

Siz bir insanı arı kovanının yanına gönderiyorken, o insanın üzerine koruyucu kıyafetler vermiyorsanız ve sıkıntı çıkınca da o adamı suçluyorsanız, ortada bir yanlışlık var demektir. Bir kalorifercinin bile, çalıştığı işten dolayı zehirlenmesin diye, yanlış bilmiyorsam günlük yarım litre süt veya yarım kilo yoğurt istihkakı var.

Polisin insan olarak ne hakkı var?

Bu konuları kadrodaki meslektaşlarımıza zaman zaman muhabbet esnasında anlatmaya çalışıyordum ama kadro virüsü kanlarında dolaştığı için, bu anlattıklarımın, yakın zamana kadar, onlar tarafında pek de kabul gördüğünü söyleyemem. Bu 'yakın zaman' dediğim, ab uyum süreci oluyor. Belki de bu sürecin bize (polise) sağladığı birçok yaradan birisi de bu oldu. Yani polisin, kendi asıl görevlerini ve yetkilerini bilmesine ve üstüne lüzum olmayan işlere sürülmesinin engellenmesine az da olsa katkısı oldu.

AB süreci bence şu zaman kadar, hiyerarşi adı altındaki meslek içi hak ihlallerine, 'fedakârlık gerektiren bir meslek masalı' altında polisin köle gibi çalıştırılmasına, üstlerin keyfi muamelelerine vb birçok alışılagelmiş polislik sıkıntılarına karşı polislerin kendi durumlarını yeniden düşünmelerine vesile oldu.

Aklını çalıştıran, okuyan ve dünyada ne gibi yeniliklerin olduğunu merak eden polislerin, uyanmalarına, kendi haklarını öğrenmelerine ve yeri geldiğinde haklarını kendi üstlerine karşı da olsa, aramalarına vesile oldu. Polisin kendini sorgulamasına, 'neler oluyor? Neden böyle oluyor? Bunun daha insanca yapılma yolu yok mu? Polisi yöneticiliğinin, polislik uygulamalarının, polislik mesleğini icra etmenin daha insancıl ve daha medeni yolları yok mu?' gibi sorular sormaya başlamasına vesile oldu.

Kısacası, aklını çalıştırabilen, beynini nezarethanenin dört duvarı arasına sıkıştırmadan geniş düşünebilen polislerin uyanmasına vesile oldu. Polis teşkilatının daha insancıl hale gelmesine bir kapı araladı ve artık o kapı iyice açılmaya başladı. Tabii bütün bunlar benim düşüncelerim, benim görebildiklerim. Elbette ki farklı düşünenler olacaktır. Bunları söylerken de; yanlış anlaşılmasın, kadroda canla başla çalışmasınlar demiyorum. Bunu kimse de söyleyemez. Bir iki yıl içinde belki ben de kadroya çıkacağım ve hatta belki de o arkadaşlarımdan daha da fazla kendimi kaptıracağım. Onu şu an bilemem. Fakat odunu keserken baltayı bilemeye de zaman ayıralım diyorum.

Hikâyeyi bilirsiniz; akşama kadar odun kesen iki arkadaştan birisi, durmadan dinlenmeden akşama kadar balta sallamış. Diğeri de zaman zaman oturup dinlenmiş, yemek yiyerek güç toplamış, bu molalar esnasında baltasını bilemiş ve çalışmaya devam etmiş. Akşam olup, kestikleri ağaçları saydıklarında, dinlenen adamın, harala gürele çalışandan daha çok ağaç kestiği ve kendini daha az yıpratmış olduğu ortaya çıkar. Mesleğimiz önemli ama ailemizi ihmal edecek kadar, mide kanseri olacak kadar vb. şekilde kendimizi yıpratmamaya dikkat edelim diyorum.

Hangi meslekte insanlar, çocuklarının doğumuna, babasının ölümüne, anasının hastalığına, bayramlara vb. gidememeyi normal sayıyorlar? Bu durumları doğal saymak, insanlık duygularından bazılarının öldüğünü gösteriyor olabilir mi? tekrar söylüyorum; ben kadro yüzü görmediğim için pek bilmiyorum ama kadrocu arkadaşların anlattıkları bazı amir ve müdürler var. Arkadaşlar, bu insanların polislik adına astlarına yaptıklarını anlattıkça, inanın içime sindiremiyorum. Kendi emri altındakilere bunları yapanlar, değil amir/müdür, insan bile olamazlar diyorum.

Bu davranışların neler olduğu konusuna burada girmeyeceğim. Çünkü eminim ki bu yazıyı okuma zahmetini gösterenlerin bu konularda benden çok daha fazla tecrübeleri ve bilgileri vardır. Birçok kadrocudan duyduğum şu ortak sözleri aktarmak istiyorum: 'bizim mesleğimiz gibi, kendi teşkilat mensubunu ezen, insan yerine koymayan, insani haklarını bile gasp eden başka bir teşkilat yoktur bu memlekette de dünyada da. Ben o sıkıntıları yaşamadığım halde, arkadaşlarımın halini gördükçe inanın çıldıracak gibi oluyorum. daha çok söyleyecek şey var ama..........

Son söz olarak en vahimini de söylemek istiyorum; Bunca sıkıntıya rağmen, kadroda çalışan bizler, tüm bu olanları mecburen kanıksamışız adeta. Artık polise yapılan haksızlıklar hakkında konuşmayı bile lüzumsuz görüyoruz. Böyle çalışmayı kabul etmiş bir hali var birçoğumuzun. Hani psikolojide 'öğrenilmiş çaresizlik' diye bir şey vardır ya. İşte ona tutulmuş birçok meslektaşımız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder